
Bir bilim adamı, boş bir arazide yerdeki tuğlalarla muntazam geometrik şekiller yapılmış olduğunu görse, tuğlaların tesadüfen bu muntazam şekli oluşturduklarını düşünmez. Ancak bazı bilim adamları bu örnekle karşılaştırılmayacak kadar kompleks biyolojik yapıların tesadüfen meydana geldiğini iddia etmekten çekin-memektedirler.
Çoğu insan bir bilim adamından duyduğu her şeyi mutlak doğru sanır. Bu bilim adamının, birtakım felsefi ya da ideolojik önyargılara kapılmış olabileceğinden endişe etmez. Oysa bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı önyargıları ya da bağlı oldukları felsefi görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze ederler. Örneğin, tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturamadığını gözleriyle gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki plan ve düzenin tesadüfler sonucu ortaya çıktığını savunurlar.
Söz gelimi bu tür bir biyolog, canlılığın yapıtaşı olan bir protein molekülünde inanılmaz bir düzen olduğunu ve bu düzenin tesadüflerle oluşma olasılığının bulunmadığını rahatlıkla anlar. Ama buna rağmen, proteinin, milyarlarca yıl önce ilkel dünya şartlarında rastlantılar sonucu meydana geldiğini iddia eder. Bununla da kalmaz, yalnızca bir değil, milyonlarca proteinin tesadüflerle oluşup, sonra inanılmaz bir plan ve düzen içinde bir araya gelerek ilk canlı hücreyi oluşturduklarını da çekinmeden iddiasına ekler ve bunu ısrarla savunur. Bahsettiğimiz kişi "evrimci" bir bilim adamıdır.
Oysa aynı bilim adamı, boş bir arazide yürürken yerdeki tuğlalarla muntazam geometrik şekiller yapılmış olduğunu görse, muntazam şekilde üst üste dizilmiş üç tuğla görse, bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine asla ihtimal vermez. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından kuşkulanır.
Peki, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu kendilerinin nasıl var olduğu sorusunu araştırmaya gelince, nasıl olup da bu denli akıl dışı bir tutum sergilerler?
Elbette, bu davranışın bilim adına olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü bilimsel düşünceye göre, eğer bir olayın iki muhtemel nedeni varsa, her iki ihtimal üzerinde de düşünmek gerekir.
Moleküler biyoloji, tek bir canlı hücresinin hatta bir proteinin bile evrimin savunduğu şekilde tesadüfler sonucu oluşmasına ihtimal olmadığını göstermiştir. Bu durum canlılığın var edildiği gerçeğini ispatlamaktadır. Yani tüm varlıklar, Allah'ın üstün sanatının eserleridir.
Eğer iki ihtimalden birisi diğerinden çok daha düşükse, örneğin yüzde 1 ise, bu durumda akılcı ve bilimsel olan hiç kuşkusuz ki yüzde 99 olan diğer ihtimal üzerinde yoğunlaşmaktır.
Bu bilimsel ölçüyü akılda tutarak düşünelim. Canlıların bu dünya üzerinde nasıl ortaya çıktığı konusunda öne sürülen iki görüş vardır. Birincisi, tüm canlıları, şu an sahip oldukları kompleks yapılarıyla Allah'ın yarattığıdır. İkincisi ise, canlılığın bilinçsiz tesadüfler sonucunda meydana geldiğidir. Bu ikincisi, evrim teorisinin iddiasıdır.
Bilimsel verilere, örneğin moleküler biyolojiye baktığımızda, tek bir canlı hücrenin, hatta onda bulunan milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile, evrimin savunduğu şekilde tesadüfler sonucu oluşmasına ihtimal olmadığını görürüz. Olasılık hesapları bu gerçeği açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bu durumda, canlıların ortaya çıkışı hakkında öne sürülen evrimci görüşün doğru olma ihtimali "0" (sıfır)dır.
O halde, birinci görüşün doğru olma ihtimali "yüzde yüz"dür. Yani, canlılık bir düzen içinde var edilmiştir. Diğer bir deyişle "yaratılmış"tır. Zaten yeryüzündeki tüm varlıklar ve tüm eserler, bu gerçeği delillendirmektedir. Tüm canlı varlıklar, üstün bir güç, bilgi ve akıl sahibi olan Allah'ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Bu gerçek yalnızca bir inanç biçimi değil, akıl ve bilimin vardığı ortak sonuçtur.
Elbette bu gerçek karşısında, evrimci bir bilim adamının bu iddiasından bütünüyle vazgeçmesi, açık ve ispatlanmış gerçeğe teslim olması gereklidir. Aksine bir davranış, kendisinin "bilim adamı" olmaktan çok, bilimi felsefesine, ideolojisine ve dogmatik inançlarına alet eden bir kişi olduğunu gösterecektir.
Oysa bütün bunlara rağmen söz konusu objektif davranamayan evrimci "bilim adamı"nın, gerçeklerle yüzleştiği her durumda, öfkesi ve önyargıları bir kat daha artar. Onun bu tutumu tek bir kelimeyle açıklanabilir: "İnanç" ... Ama körü körüne, batıl bir inanç. Zira, gerçeklerle karşı karşıya geldiği halde, bunlara gözünü kapayıp, hayalinde kurduğu akıl dışı bir senaryoya ömür boyu bağlanmanın başka bir açıklaması olamaz.
Bir insan şimdiye kadar materyalizme ve evrim teorisine bağlı kalmış, hayata bakış açısını ve inancını bu felsefe ve teoriye göre düzenlemiş olabilir. Hatta onlarca yıl bu teorinin ve bu ideolojinin savunuculuğunu üstlenmiş, bu konuda kitaplar, makaleler yazmış, paneller, kurslar da düzenlemiş olabilir. Ama gerçekler bugün gelişen bilimle açıkça gözler önüne serilmiştir. Ve bunları gördükten sonra "göz göre göre inkar etmek", şüphesiz bu kişileri çok yakın bir gelecekte tüm dünyanın gözü önünde komik duruma düşürecektir. Dünyaca ünlü İngiliz yazar ve felsefeci Malcolm Muggeridge bu gerçeği şu şekilde dile getirmektedir:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s. 43)